14.9.11

çok yakında yeniden yazmaya başlıyorum. hem de yepyeni bir hayata başlıyorum. bundan sonra fethiye'den yazmaya devam edicem. öpüldün*

31.7.11

farzedin ki...?


farzedin ki 1 ay önce veteriner fakültesinden mezun oldunuz. yıllarca pet çalışmayı ve süper bi klinisyen olmayı hedeflediniz ve hep bu yönde kendinizi geliştirdiniz. sonlara doğru farkettiniz ki açık hava da çiftlik hayvanlarıyla çalışmak da sizi çok mutlu etti. sonra okul bitimiyle anne-babanız da artık bizden bu kadar diyip emekli oldu ve yavaştan fethiye'ye yerleşti. siz zaten ankara'yı sev(e)miyorsunuz. hatta şöyle ki ankara'yı sevmeniz sadece kurgusu ankara'da geçen kitaplardan, filmlerden ve öykülerden ibaret. zaten 23 yılınızı da bu şehirde geçirmişsiniz. üstelik şimdi en sevdikleriniz, dostlarınız, aileniz bile bu şehri terkediyor. bebekliğinizden beri deniz gördüğünde mutluluktan çığlık atan, suya girdi mi çıkmak bilmeyen birisiniz, sadece havasını solumak ya da yoldan geçerken görmek bile içinizi garip bir huzurla kaplıyor. 

velhasılıkelam şimdi önünüzde 2 yol var. ya ankara'da hayatınıza devam edip doktoraya başlayacaksınız, 5yılınız sinir-stres eşliğinde geçicek, en az iki sene baba bursuyla yaşamayı göze alıcaksınız ya da istediğiniz şehirde(ki bu benim için bodrum, izmir, istanbul, fethiye sıralamasıyla gidiyor) kendinize uygun ilk işte çalışmaya başlayıp kendi yolunuzu çizeceksiniz?

karar vermeniz içinde önünüzde sadece 20 gün var. buyrun burdan yakın. her türlü görüşe küfüre 7/24 açığız.

sevgilerimizle öptük gözlerinizden 
 





23.5.11

dün geceki dostum yine bira ve kahve!


 Bir gün tanışacağız, arkadaşlığımızın arkadaşlık düzeyinde kalmayacağını bilerek arkadaş olacağız, sonra sevgili. Bir ay, altı ay, üç yıl. Sonra ben, bir akşam ya da sabah ya da gece yarısı, henüz sen beni terk etmemişsen tabii, herhangi bir neden belirtmeden çekip gideceğim. Çünkü veda konuşmalarını beceremem. Becerebilseydim altı sene önce evlenmiş olurdum. Nasıl ayrılacağımı tahayyül edemediğim için evlenemedim. Ama bu ayrı bir konu. (Ve sana –bir cümleye “ve” ile başlamanın ona ilahi bir ton kattığını Jonathan Safran Foer’den öğrenerek kullanmaya karar verdiğimi de belirtmek isterim– erkek dünyasının tam kalbinden bir tavsiye, bu tarz dostane veda konuşmalarını becerebilen adamlardan uzak dur lütfen. Onlar bir gece uyanıp seni kıtır kıtır kesebilecek kadar kendine güveni yerinde adamlardır. Onlar en düşmanca hislerini bile dostane biçimde ifade edebilen gerçek erkeklerdir, onlar ergen değildir. Ece Temelkuran ne güzel kadın.) Her neyse. Ve sen kendini bok gibi hissedeceksin. Haklı olarak. Ve üzüleceksin. Ve sen üzüldüğün için ben de üzüleceğim. Ama bunu çaktırmayacağım. Ve sen benim taş kalpli ve vicdansız biri olduğumu düşüneceksin. Götün önde gideni olduğumu düşüneceksin. Bu düşüncelerini bir terbiye süzgecinden geçirip smslere dökeceksin. Ve ben onları okurken şöyle düşüneceğim, “Sanırım ben bu dünyaya insanların kalbini kırmak için geldim.” Sonra bir gece saat ikide, alkollüyken telefon açıp bağıra çağıra dökeceksin içindeki bütün zehri. Ama benim kafam o an yazdığım şeyin zehriyle dolu olduğundan senin zehrinden etkilenmeyeceğim ve diyeceğim ki, “Yarın akşamüstü bir kahve içmeye ne dersin?” Ve sen de diyeceksin ki, “Yarın akşamüstü gelip seni bıçaklamama ne dersin bencil piç? Bip bip bip biiiip…”  Her neyse. Dışarıda kahve içmekten nefret ederim zaten, evde yeterince içiyorum. Kahve içelim dememin nedeni, bira içip duygusallaştıktan sonra aynı döngüye tekrar başlamaktan korkuyor olmam. Sonuçta bir gün, o kahveyi barış içinde içeceğiz, havadan sudan konuşacağız, herkesin herkessiz yapabileceğini bildiğimizden (Tezer Özlü ne güzel kadın); kendimizle, o ana kadar ki bütün aptallıklarımızla dalga geçebileceğiz ve en sonunda, “Ne güzel böyle, bunu her zaman yapalım,” diyeceğiz. Masaya gelen, donmuş sümüğü üst dudağına yapışık çocuktan selpak ve bu işi sadece hayır için yaptığını iddia eden adamdan tükenmez kalem alacağız. Selpak mı kalem mi diye soracağım. Tabii ki de kalemi seçeceksin. Sonra aramızdaki sessiz anlaşmaya uyarak, bir daha bu kahve faslını hiç tekrarlamayacağımızı bilerek, ayrı yönlere gideceğiz.


afili filintalar - emrah serbes - madde 73 

17.4.11

sanki bir denizin ortasına yatmışım kollarımı açıp, güneş tepede, gözlerimi kapatmışım, su nereye götürürse oraya gidiyorum.

9.2.11

Seninki kaç santim? - Greenpeace

Seninki kaç santim? - Greenpeace: "2050’de dünyadaki balık stokları tükenecek. Denizleri hala sonsuz bereket kaynağı olarak görüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Büyük balıkların %90’ı çoktan yakalandı. Toplam balık stoklarının %60’ı bitti. Gerı kalan %40 ise 40 yıl içinde son bulacak. Balıkların bittiği gün deniz yaşamı da bitecek."

2.1.11

ben çok özledim!

*all the real girls gecenin ikinci filmiydi.

bu filmi nasıl atlamışım acaba!?

filmin adı: the invisible.


ayrıntıları anlatmıyorum. 
fragman da yanıltıcı, o yüzden onu da koymuyorum. sadece çok sevdiğim bu şarkıyı ekliyorum.